Category Archives: İnsani Yardım

Bak şu STK’nın yaptıklarına

STK tipi solcu olmamdan mütevellit bu ara sağa sola proje görmeye gidiyorum. Bu yazıda kendi işimden değil, beraber çalıştığımız yerel kuruluşların işlerinden bir örnek vereceğim.

Irak uzun yıllarını, özellikle de Amerikan işgali sonrası yıllarını savaşa kaybetmiş bir ülke. Onun bunun köpekleri emperyalizm, sosyalizm deyu devletlerin itişmesini yorulamaya çalışırken olan insana olmuş, çok çok yıllardır açlıkla, hastalıklarla boğuşan, temel ihtiyaçlarını gideremediğinden yaşam kalitesi düşen halklar geride kalmış. İşte hal böyleyken bazı Iraklılar kendi sorunlarına kendileri çözüm bularak hak ettikleri onurlu bir yaşam hakkı için mücadele ediyorlar. Bugün Kürdistan’da bir süredir iletişimde olduğum böyle bir oluşumdan kimselerle bir araya geldim.

Birinci dünya problemleriyle uğraşan pek çoklarının kulağına komik gelecek bir projeyle uğraşıyor bu arkadaşlar. Buna göre, Kerkük’ün en sorunlu bölgelerinden birinde 160 kadar dul kadına tavuk ve horoz veriyor, onların yumurta satışıyla para kazanmalarına destek oluyorlar. Proje kısaca bu. İşin içine ticari ilişkiler girdiğiiçin biraz çekimser yaklaştığım bir proje idi. Ancak projeyi yöneten arladaşların anlattıkları kafamdaki pek çok soruyu, cekimser kaldığım kısmı sildi. Halen şöyle olsaydı iyi olurdu dediğim bir iki konu var, onları da en sonda paylaşayım. Ama şimdi giderilen kuşkular:

Yardım edilen kimselerin seçilmesinde birkaç adım var. İlkin ezilmiş bir grup olarak dulların seçilmesi. Eşleri savaşta ölmüş/kaybolmuş kadınlar erkek egemen toplumlarda hayatlarını daha da zor şekilde ikame ettirmek durumnda kalıyorlar. Kimisinin hiç mi hiç gelir kaynağı yok. Böylelikle başkalarına bağımlı kılınıyorlar. Bu kadınlara geçim imkanı sağlamak demek onların başkalarına olan bu bağımlılıklarını azaltmak, hayatlarının kontrolunu bir derece tekrar kendilerine vermek demek.  Bu yüzden zaafiyetleri diğer toplumsal gruplara göre cok olan bu grubun seçilmesi gayet doğal.

İkincil konu 160 kadının seçilmiş olması. Bu seçim bazı kriterlere dayandırlıyor. Temel nokta fakirin fakirini, her açıdan en fazla zaafiyet gösterenleri seçmek. Bu nedir? Baktığı insan sayısı çok olan, hasta olan, gelir kaynağı hiç olmayan gibi kriterler ışığında en çok ihtiyacı olanları seçmek demek. Proje fikrinin ve yönetiminin sahibi arkadaşlara göre işin diğer bir boyutu da bu kriterler üzerinde hedef kitleyle anlaşmak. Daha sonra bu kriterlere uyan kimselerin seçimini yerel liderlerin (muhtar vesaire) ve yine hedef kitlenin yardımıyla tespit etmek. Burada yerel liderlere danışılması haricindeki kısımlara katılmaktan çekinmiyorum.

Projeye dahil edilecek kişilerin seçilmesinden sonra sıra dağıtımı yapılacak tavukların alımına geliyor.  işin bu kısmını ihale ile halletmişler. Ancak ihaleye çıkmadan önce veterinerlerden alınacak tavuklarla ilgili kriterler edinmişler ve alım tamamen buna uygun yapılmış. En azından alınan tavukların yerel olduğunu bildiğimden itiraz edecek pek nokta bulamıyorum.

Tavukların alımından sonra iş bunların bakılacağı alanlar yapılmasına geliyor. Burada bahsettiğimiz şey tavuk kümesinden farklı bir alan değil. Yine veterinerin yönlendşrmesi ile tavuklara ne kadar bir alanda bakılacağı, nasıl bakılacağı vesaire belirleniyor. Bu alanlar her kadının yaşadığı yerin bahçesinde oluşturuluyor.

Daha sonra seçilen 160 kişiye nasıl tavuk bakılacağı, nasıl yumurtacılık yaılacağıyla ilgili veteriner destekli bir eğitim veriliyor. Okuma yazması bilmeyenlere destek olması için bir yakınları veya başkaları ayarlanıyor. Ardından tavuklar dağıtılıyor.

Tavukları yumruta vermeye başlayan kadınlara iki seçenek sunuluyor, ya bir toptancıya yumurtaları satmak ya da pazara gidip kendş ürünlerini kendileri satmak. Bazısı pazar yerine kendileri gidip araya aracı sokmuyorlar. Diğerleriyse yaşlı oldukları veya yanlarında süreli bakmaları gereken birileri olduğu için toptancıya satış yapıyorlar. Toptancıya satış yapan 7 yumurta karşılığı 1000 dinar alırken, pazarda kendi satış yağanlar 5-6 yumurtaya 1000 dinar kazanıyorlar. Tabi böyle yazınca rakamlar bir şey ifade etmiyor, o yüzden detaya giriyorum. Proje bölgesinde 1 kg pirincin fiyatı kalitesine göre 500 dinar ile 2000 dinar arasında değişiyor. 1 kg patatesin fiyatı 750 dinar civarı. 1 kg etin fiyatı ise 15-20bin dinar arası (dün döviz ofsinin bana verdiği kura göre 1 dolar 1260 dinar). Bir kadın günde 10000 dinara yakın para kazanıyor. Bu da bazı temel itiyaçlarını gidermelerinde kesin bir etki sağlıyor.

Bir diğer nokta projeye dahil edilmeyen kadınlarla ilgili. Bazı kadınlar şimdiden projeye dahil olmayan kadınlara destek olmaya başlamışlar. Takas esasına göre bir yardımlaşma sözkonusu. Buna göre projeden tavuk alan bir kadın komşusuna bu tavuğu ödünç veriyor, ay sonunda verdiği tavuk ile elde edilen yumurtaların yarısını alıyor. Diger kadın da kendisinde kalan civcivlerle yola devam ediyor. Civcivlerle yola devam etmek… =’)

Buraya kadar projeyle ilgili iyi yanları, kafama takılmayanları yazdım. Takılan kısımlaraysa şimdi değinelim. Yardım edilecek kişilere dair kriterlere yerel veya değil herhangibir önde gelen isme danışılarak  karar verilmesini sorunlu buluyorum. Yerel isimlerden destek alınması elbet doğal. Ancak burada toplum liderleri vesairenin desteğini almak sadece bunların projeyi kösteklemelerine engel olmak adına olmalı. Bu durumda da kriterlere karışmaları engellenmeli.

Bir başka kafaya takılan durum tavukların alımı ile alakalı. Tavukların ihale ile belirlenen şirketten alındığını biliyorum. Ancak burada tavukların kalitesinin yanında satıcıyla ilgili kriterler belirlenebilir ve en küçük üreticilere yönelinebilirdi. Biraz zorlu, ancak başka bir çözüm yolu da tohum takası örneğinde olduğu gibi hayvan takasına gidilmesi, tavukların alındığı ilk isme belli bir süre sonunda aynı miktarda tavuğun geri iade edilmesi olabilirdi.

Benzer bir takas yolu yumurtaların el değişitirmesi için de kullanılabilirdi. Yumurta karşılığı üretici kadınların temel ihtiyaçları para ekonmisine en minimum şekilde girerek karşılanmaya çalışabilinirdi. Bu yol seçilmiyorsa dahi yumurta toptancısı olarak bölgede isim yapmış bir tücar değil bölgede işsiz olan başka isimler bulunabilirdi. Belki en ideali projeye seçilen kadınlar arasında bir kooperatif kurulmasını sağlayarak yumurta üretiminden, yumurta karşılığı temel ihtiyaçların karşılanmasına her alan onlara bırakılabilirdi.

Son değineceğim konu ise tavuklara sağlanan yemle ilgili. Veteriner tavsiyesi ile hareket edilidiğinden belli bir fabrikadan belli bir yem alınmasına karar kılınmış. Bu yemlerin içindeki katkı maddeleri başka birieri aracılığıyla araştırılabilir böylelikle hormonlu yem alınmasının önüne geçilebilirdi. Bu konuda duyarlılığın az olduğunu sezmekle beraber sözkonusu yemlerle ilgili ayrıntılı bilgiye de sahip olmadığımdan konu üzerinde pek yorum yapamıyor. Ve bundan sonra projeyle ilgili pek söyleyebileceğim bir şey kalmıyor.

Merak edenler için not düşeyim, proje yöneticisi aylık aylık 350 euro gibi bir para alırken, projenin finansçısı 100 euro gibi bir maaş alıyor. Proje bütçesinin yakaşık yuzde 8’i maaşlara giderken, yaklaşık %90 (%88.40) direkt proje harcamalarına gitmekte (yani bşr kony 2012, bir invisible children’dan bahsetmiyoruz).

Sizlere stk tipi bir solcu olarak Iraklıların yaptıklarını anlattım. Olay budur. Sorusu olan?

Emperyalizm, Ajanlık, Sadaka ve Mastürbasyon

STKlara, özellikle de insani yardım kurumlarına bok atmak çok kolay. Kimisine göre bunlar ya ajanlık için ya da uzandıkları toplumun gelisimini engellemek için kurulmuş kurumlar. Genel başlık altında, “emperyal amaca hizmet eden kurumlar”. Yani bunlar kötü, taviz verilmemesi gereken oluşumlar.
İnsanıiyardım kurumlarıyla ilgili en çok başvurulan eleştiri bunların ajanlık yaptığı iddiaları (özellikle sol çevrede klasiğin dışına çıkan kişi ve kurumlar için sık sık başvurulan bir iddia olmasının yanında). Bu ajanlık suçlaması en çok, medyada Ömer el Beşir etrafında dönen gelişmelerle gündeme gelmişti. Avrupa’da Ömer el Beşir hakkında tutuklama kararı çıkarıldıktan birkaç saat sonra el Beşir yönetimi Darfur’da aktif olan 13 yardım kuruluşunu ajanlıkla suçlamış ve bunların ülkeyi terk etmeleri için 1 gün süre vermişti. Ajanlık suçlamasının sebebi, çıkartılan kararda sözkonusu yardım kuruluşlarının Darfur’da yaşanan katliamlarla ilgili paylaştıkları belgilerin etkisinin olmasıydı. Oysa ki bu kurumlar ellerindeki belgeleri medyaya ve batılı devletlere ulaştırmasalardı Ömer el Besir’in sorumlu olduğu katliamları kimse bilmeyecek ve her şey çok güzel olacaktı. Lanet olsun size yardim kurumları, lanet olsun!Tabi aynı şey el Beşir karşıtı gruplar icin de geçerli, zira BM’in Darfur ile ilgili raporunda bu grupların işlediği savaş suçlarında da bahsediliyor idi. Anlayacağınız, insanı yardım kurumları tu kaka çünkü onların paylaştığı belgeler Batılı devletlerin Sudan’a müdahalesini “meşrulaştırıyordu”. Ha bir de çıkartılan tutuklama kararına bölgede çalışan yardım kurumlarının çoğunun “insanların hayatını tehklikeye atmasından dolayı” karşı çıktığını da unutmalıyız zira konumuz yardım kurumlarının boktan olması.

Bir başka eleştiri, yardım kurumlarının gittikleri yerde gelişimi sekteye uğratmaları, toplumun dışa bağımlılığını arttırmaları şeklinde. Kısmen doğru. Ancak oldukça eksik yanları var. Yardım kurumları diye adlandırdığımız tek bir gövdeden ibaret değil. Binlerce yardım kurumu var. Bunlar içinde hatırı sayılır sayıda yerellerle çalışan, yerel kaynakları kullanan ve yerel kapasitenin artırılması için uğraşan kurum var. Projeler genelde kapasite (afetlere karsi, uretime yonelik, vs) artırımı etrafında şekilleniyor. Burnunuzun önünden bir örnek verecek olursam, İstanbul’dan Hayata Destek Derneği Pakistan’da bir bölgede sele karşı mücadelede toplumsal kapasiteyi artırmaya yönelik projeler yürütüyor(du). Gizli olanlar ve sadece muhteşem insanların bilebildikleri dışında bilinen hic bir emperyal amaca hizmet etmedi bu proje.

Projeler hazırlanırken dikkat edilen “kaş yaparkan göz çıkarmamak “(do no harm diye bir ilke, hatta bu isimle bir kitap var). Bu ilkeye bağlı kalan kurumlar yerel ekonomiyi, yerel kültürü, yaşam tarzını, güç ilişkilerini ve daha pek çok farklı konuyu dikkate alıyorlar. Almayanlar yok mu? Elbette var. Ancak solculuktan bankacılığa terfi eden insanlar da var.
Eleştirelere devam edelim. Yardım kurumlarının sistemin açıklarını kapattığını ve bu yüzden sistemin bir parçası olduğunu söyleyenler var. Bu eleştiri biraz olaya nereden baktığınızla alakalı. Örneğin, işçi hakları için yapılan bir yürüyüş sonrasında “otoriteler” sistemde işçiler lehine bir değişikliğe giderse, bu yürüyüşü sistemin açığını kapatmaya yönelik mi görmeliyiz? Doğru, devletler yardım kurumlarına desteklerini sistemin açıklarını kapatmaya yönelik bir eylem olarak görebilirler (ki, sistemin savunucuları için bundan daha doğalı da düşünülemez). Ancak yardım kurumlarının kuruluş amacını bu sistemin açığını kapatmak olarak görmek Einstein’ı atom bombası yuzunden suçlamak, işçi hakları için mücadele eden işçileri sisteme destek vermekle suçlamak  gibi bir olay.
Yardım kuruluşları bir açıdan sistemin açıklarını kapatmaya yönelik oluşumlar olarak görülebilecekken diğer bir açıdan, sisteme karşı mücadelenin açıklarını gidermeye yonelik de görülebilir. Sistemle mücadele eden grupların, özellikle de bunun üzerine teoriler üretenlerin genelde göz ardı ettiği insanların acil ihtiyaçları (hatta bu mücadelenin insan hayatına ani bir değişim getirmediğinden de çok büyük destek alamadığını söyleyebiliriz). Zira sen teoriler okuyup yazarken sistem insanları öldürmeye devam ediyor dostum.  Kimse kusura bakmasın ama açlıktan ölmek üzere olan bir insan devrimi bekleyemez (yazan burada açlık grevindeki bir şahıstan bahsetmiyor). İnsanların yaşayabilmek için temel ihtiyaçları vardır ve bu ihtiyaçların karşılanmadığı durumlarda hayat tehlikeye düşer. Devrimci mücadele, özellikle temel ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik teoriler, kısa vadede insanların bu ihtiyaçlarını karşılayamıyorsa bu açığı yardım kurumları doldurabilir. Hatta şu an yerelleşmeye vurgu yapan, her alanda yerel kapasitenin artırılması için uğraşan, yerellerin hayatının tehlikede olduğu anlarda yardım sağlayan kurumların bunu yaptığını söyleyebiliriz.

Eğer devrimciler yardım kurumlarını kendi mücadelelerine katkıda bulunan oluşumlar olarak görmüyorlarsa sorun bu kurumların sisteme bağlı oluşumlarca sahiplenmeye çalışılması değildir. Bunu algılamak da yüksek IQ gerektirmez. Sistem yanlılarının bu kurumları benimsemesi ve bu kurumların faaliyetlerini kendi çıkarları için kullanmaya çalışmaları, sözkonusu kurumların toptan çöpe atılması anlamına da gelmez. Zira her şey çöpe atılmaz.

Son bir eleştiri ise, yardım kurumlarının sadece bir vicdan mastürbasyonu olduğu iddiası. Sorgulanmayı bırakın direkt bir olgu olarak sunulan, yardım çalışanlarının tüm eylemlerinin, hatta hayatlarının mastürbasyon üzerine kurulduğu. Bu durumda Etiyopya’da bir kampta çalışan beslenme uzmanı arkadaşım açlıktan ölen, Orta Afrika Cumhuriyet’inde çalışan bir arkadaşım koleradan ölmek üzere olan insanlara bakarak mastürbasyon yapıyorlar. Ben de birkaç ay sonra aralarına katılıp başka ölümle boğuşan insanların üzerine boşalıyor olacağım. Zira insani yardımdan anladığımız; emperyalizm, ajanlık, sadaka ve mastürbasyon.

*hic kaynak vermeden yazdım, gururluyum

Nepal’in Yolları Taştan

Birkaç gün içerisinde Nepal’e gitmek için yola koyuluyorum. Fazladan para verip sıkıcı bir uçak yolculuğu yapacağım yere, az paraya daha eğlenceli bir yol çizmeye karar verdim. Yol karadan, Hindistan üzerinden geçiyor (yine de Hindistan’a kadar havadan).
Nepal’e gitme nedenim, referandumda güzel ama yalnız, ya da yalnız ya da güzel ülkemin, “evet” demiş olması. Çoğunluk “evet”  deyince artık Türkiye’de kalamayacağımı anladım ve yollara düştüm. Nepal’in mistik topraklarında, dağlarında, ovalarında huzur arayacağım. Hımmm…Pek oyle değil sanırım.
Nepal’e gitme sebebim, anne-babaları hapse atılmış çocuklara bakmayı görev edinmiş yerel bir sivil toplum kuruluşunda gönüllü olarak çalışmak. Sözkonusu kurum hapisteki insanlara yardım amacıyla kurulmuş. Çocuklara bakmalarının sebebi ise, eğer bakacak kimseleri yoksa bu çocukların aillerinin yanına, hapise gönderilecek olmaları. Benim bu çocuklara ne kadar yardımcı olacağımı, orada neler yapacağımı zaman gösterecek. Hoş, benim yardımıma muhtaç olduklarını düşünmüyorum. Zira orada halihazırda gönüllü olarak çalışan başkaları da var. Yani boşluk dolduracak birileri mevcut.
Nepal yolculuğu birkaç açıdan iyi. Birincisi yukarıda yazdığım yardım konusu. İkincisi daha sonra, biraz daha ciddi anlamda “yardım etmek”  istediğimde Nepal’in bana tecrübe kazandırmış olacak olması. Üçüncüsü, meditasyon yapmayı öğrenip Himalayalar’ın eteğinde dinginliğe kavuşacak olmam. hımm… Sanırım bu sonuncusu pek değil. Nepal’e kadar gidip nasıl dinginleşeceğimi öğrenmeyi planlamıyorum. Aksine, “enginlere sığmam taşarım misali”, dinginliğimi kaybetmeye, daha aktif olmaya, daha çok koşturmaya, daha çok mücadele etmeye gidiyorum.

Nepal’e giderken, Nepal’deyken, Nepal’den dönerken tanık olduklarımı; her nerede ne yaşanıyor ve yaşatılıyorsa hepsini, tüm ayrıntıları ve heyecanıyla burada bulabilirsiniz. Hoş olurdu ama, Lonely Planet tarzı turistik bir yazı bulamayacaksınız burada. Yine de eğer meditasyon yaparken havalanan birilerini görürsem burada paylaşacağıma dair söz verebilirim.

Şimdilik bu kadar.

İHH Üzerine

Bundan birkaç hafta önce İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı‘nın içinde bulunduğu bir organizasyonla Gazze’ye insani yardım götüren gemilerden birine İsrail askerleri saldırmıştı. Saldırı sonucu ölümler ve yaralanmalar olmuştu, durum sadece Türkiye ve İsrail’de değil dünyanın pek çok ülkesinde de yankı bulmuştu. Olaydan sonra Türkiye’de İsrail ve Yahudi karşıtlığı tavan yapmış, savaş çığırtkanlığı yapanlar dahi olmuştu. Artık olayın üzerinden heyecan dozunu indirmede yeterli olacağını düşündüğüm bir süre geçtiğinden konu hakkında yazmaya karar verdim.


Olayın kilit aktörü herkesin bildiği üzere İHH. İsrail hakkında söylenecek çok şey var, ancak İHH bir insanı yardım örgütü olarak yola çıktığından ve de kendim bu alana ilgi duyan birisi olduğumdan bu yazıda İHH’yi ele alacağım.
İHH Bosna savaşı sırasında temelleri atılmış, bu zamana kadar giderek büyümüş bir yardım örgütü. Örgütün pek çok yardım örgütünde görebileceğiniz üzere dini bir temeli bulunuyor.

Uluslararası Kızılhaç/Kızılay, insaniyetçilik (humanity), tarafsızlık (neutrality), ayrım gözetmemek (impartiality), bağımsızlık (independency) ilkeleri üzerine yardımlarını yapıyor. Bu ilkeler başka yardım örgütlerinin de temel ilkelerini oluşturuyor. Doğal olarak bazı yardım örgütleri bunlara ilave ilkeler benimsiyorlar, ancak yine de temel ilkeler bunlar diyebiliriz.
İlkelerin neden ve nereden geldiklerini açıklamak ayrı bir yazı konusu olabilir. Yine de kısaca değinmeye çalışırsak;
– tarafsızlık, sadece insandan taraf olmak, ne devletlerin ne de karşıt örgütlerin tarafını tutmak anlamına,
– ayrım gözetmemek, yardım edilen insanlar ararasında ayrım gözetmemek anlamına,
– bağımsızlık, devletlerden, şirketlerden, kurumlardan bağımsız olmak anlamına gelir.

İHH’nin bu ilkeler açısından nerede durduğunu kesin olarak söyleyecek bilgim yok. Ancak bu ilkelerin varolmasının nedeni sadece insanların iyiliğini istemekten değil, sistemin gereklerinden de geliyor. Yani, devletlerin hükümdar olduğu şu düzende insani yardım da ne yazık ki onları umursamadan ulaştırılamadığından devletler de insani yardım örgütlerinin bu ilkelere bağlılıklarını dikkatle takip ediyorlar. İşte bu yüzden bir devletin ya da çatışmaya taraf olan gruplardan birinin yardım götüren örgüt hakkındaki algıları oldukça önemli.
Eğer bir çatışmanın taraflarından birisi çatışma bölgesine yardım götüren bir örgütün eylemlerinden şüpheleniyorsa bu üç grubu etkilemekte;
– yardım götürülen insanları,
– yardım götüren örgütün çalışanlarını,
– diğer yardım örgütlerini ve onların çalışanları.

Geçen sene Sudan lideri Ömer-el Beşir hakkında tutuklama kararı çıkartıldıktan saatler geçtikten sonra Sudan hükümeti 13 büyük yardım kuruluşunu sınır dışı etme kararı almıştı. Sudan hükümetinin bu kararının sebebi sözkonusu yardım örgütlerini hükümet karşıtı görüyor olmalarıydı (mahekmede delil olarak kullanılacak bilgi sızdırdıkları söyleniyordu). Bu 13 yardım kuruluşu o dönemde 2.7 milyon kişiye yardım ulaştırıyordu. Yardım örgütleri hemen ertesi gün ülkeyi terk ettiler ama yerlerine geçecek başka örgütler bulduklarından yardımda pek bir boşluk olmamıştı. Yani bir açıdan felaketin kıyısından dönülmüştü diyebiliriz.
Gazze örneğinde durum biraz daha farklı ancak yine de yardım örgütlerinin yaptıklarından saydığım gruplar etkilenmekte. Etkilenmenin derecesi durumdan duruma farklılık gösteriyor doğal olarak. Ancak etki daha azdır, diyerek bu ilkeleri hiçe saymamak gerekir. Neticede kimse başka insanların hayatı üzerinde karar verme yetkisine sahip olamaz.

Gelelim Flotilla ve İHH özeline. Gazze’ye gönderilen yardım filosu İHH’nin Gazze’yle ilgili ilk çalışması değil. Medyaya yansıyan eylemleri arasında Gazze’ya karadan gönderilen bir yardım konvoyu da var. Bu yardım konvoyu İngiltere’den yola çıkarak Gazze’ye karadan ulaştırılmaya çalışılmıştı. Yardım konvoyu Suriye’ye geldiğinde düzenlenen bir gösteride İsrail karşıtı, Hamas yanlısı be de militarist sloganlar atılmıştı. Durum böyle olunca doğal olarak İsrail’in konvoy ile ilgili algısı değişiyor ve bu konvoyun insandan değil belli bir gruptan taraf olduğu (yanı İsrail karşıtı bir grup tarafında olduğu) algısı yerleşiyor. Sözkonusu mitingde İHH’nin rolü olsun ya da olmasın İHH bu konvoyun bir parçası olduğu için İHH de buradan payını alıyor.

En son flotilla’dan birkaç hafta önce İHH’nin çalışanlarından İzzet Şahin İsrail tarafından tutuklanmıştı. Bu durum da yine açık bir şekilde İsrail’in İHH hakkındaki görüşlerini yansıtıyor.
Yukarıdaki iki paragrafta yazdıklarım sadece İsrail’in İHH algısıyla ilgili. Çatışmadaki taraflardan birisi olan İsrail burada yardım örgütü olarak çalışan örgütlerden birini çatışmanın diğer tarafına yandaş olarak görüyor. Bu durumda İsrail’in İHH’ye karşıt duruşu çok şaşırtmamalı.
Peki İsrail İHH’ye karşı diye buraya yardım götürülmemeli miydi? İsrail, İHH’yi istemiyor diye, İHH yardım faaliyetinde bulunmamalı mıydı? Pek tabii, hayır. Ancak alternatif yollar üzerinde durulabilirdi.

İHH’nin İsrail’in kendilerine olan tepkisini bildikleri aşikar. Tabi İsrail askerlerinin kendilerini öldüreceğini düşündüklerini sanmıyorum ama, bir tepkiyle karşılaşacaklarını kendileri de biliyordu. Bu durumda İHH’nin yöneticilerinin ve de güvenlik sorumlularının (sahada faaliyet gösteren her yardım örgütünün güvenlik sorumluları vardır) her türlü tepkiyi gözönünde bulundurup buna göre önlem almaları gerekirdi.
İHH’nin bu yardım organizasyonunda kendi pozisyonlarını, İsrail’in tepkisini ve de güvenlik önlemlerini göz önünde bulundurmaması ya da bunu düzgün yapmamış olmaları hem bu yardım organizasyonunu, hem Gazze’de yardım bekleyen insanları, hem de o gemilerde bulunan insanları etkilemiştir.

İHH olmasa idi bu organizasyonun gerçekleşmemiş olacağı ihtimalini kabul edersek İHH için benim düşünebildiğim tek bir alternatif vardı. Bu da pasif bir konuma geçmek. Pasif konumdan kastım İHH’nin gerekli desteği geri plandan vermesi. Yani lojistik, teknik, maddi desteğin verilmesi ancak personel desteğinin verilmemesi. Personel desteği verilmesi gerekli olsa dahi bu sadece yeter sayıda personelle sınırlandırılabilirdi. Böylelikle İsrail’in Gazze ablukasına karşı yine bir mücadele verilmiş ve büyük ihtimal can kayıplarının önüne geçilmiş olurdu. Diğer taraftan İHH’nin ismi geri planda kalmış ve bu organizasyon bu kadar ses getirmemiş olurdu. Can kayıplarını göz önünde bulundurunca organizasyonun az ses getirmesini yeğliyorum.
Bahsettiğim alternatif yol kesinlikle söylediğim sonuçları verirdi, diye kestirip atmam mümkün değil. Ancak İHH’nin bundan sonraki eylemelerinde gerçekten de bu tür alternatifleri göz önünde bulundurması gerekli. Amaç eğer insanlara yardım etmek ise her yardım örgütü ve her yardım çalışanı geri planda kalmayı kabul eder.
Bu yazıda yazdıklarım İHH’yi kötüleme amacı taşımıyor. Burada sadece İHH’nin bir eyleminin eleştirisi var. Diğer taraftan bu yazıda İsrail’in eylemini haklı çıkaran herhangi bir şey yok. İsrail’in eylemine karşı çıkarken, bu eylemin gerçekliğini kabul ediyorum. Olay üzerinden biraz zaman geçtiğine göre artık düşüncelerimi de yazabilirim sanırım.

Bu son paragrafı yazmak zorunda hissediyor olmam Türkiye’de bazı kesimlerin utancı olmalı.
Zorunluluklarla yaşamadığımız bir gelecek dileğiyle…

Haiti Üzerine…

Haiti bugünlerde yavaş yavaş gündemden düşmeye başlıyor. Bir süre sonra herkes normal hayatına dönecek ve Haiti yavaş yavaş popülerliğini yitiricek. Peki Haiti Haitililere kalacak mı?


Haiti’yle ilgili analizlerde genellikle iki uç mevcut. Bir uçta Amerika yanlıları, diğer uçta ise Amerikan karşıtları var. Amerikan yanlıları, Haiti’ye ABD askeri gönderilmesini, Haiti’nın yeniden inşaası için Amerika’nin başa geçmesini, Bill Clinton’ın Haiti için özel temsilci olarak atanmasını memnuniyetle karşılıyor ve Haitililerin tekrar mutlu olacağını düşünüyor.
İkinci grup, Amerikan karşıtları, Amerika’nin Haiti’deki tarihsel rolünü, Haiti’nin bugünlere gelmesininin sebeplerini, Jean Bertrand Aristide’in Amerika tarafından görevden alınmasını ve Haiti’nin bugün içine düştüğü durumu hatırlatıp Amerika’nin Haiti’deki varlığına karşı çıkıyor.

Kanımca her iki grubun da düştüğü bir hata var. Her iki grup da Haiti’nin problemlerini kendileri tanımlıyorlar ve Haitililerin gerçekten ne istediklerine bakmıyorlar. Haiti’ye yardım sürecinde ne yazık ki Haitililere söz hakkı verilmiyor.
Pek çok tartışma Haiti’de Aristide döneminde tıkılıp kalıyor. Bir grup Aristide’in azılı bir diktatör olduğunu yine de Amerikalıların yardım edip hayatını kurtardıklarını iddia ederken diğer grup da, Aristide’in Amerikan karşıtı olduğu için zorla görevinden edildiğini ve ülkeden kaçırıldığını iddia ediyor. Yine Haitililerin dönem hakkındaki düşünceleri ve şu anda içinde bulundukları durum göz ardı ediliyor.

Sorun su; şu an Haiti ABD’nin istekleri doğrutulsunda yeniden inşaa edilmeye doğru gidiyor belki ama, eğer diğer grup baskın çıkmış olsa idi ABD karşıtlarının istedikleri doğrultusunda inşaa edilecekti. Yine Haitililere söz hakkı düşmeyecekti, yine dışarıdan gelen çözümlerle Haitililerin sorunlarına çözüm aranacaktı. Haitililere sorunlarının ne olduğunu bile sormadan, onların çözüm önerilerini dikkate almadan, nasıl olup da bu noktaya geldiklerini onlardan dinlemeden, Haitililerin sorunlarını çözmeye çalışıyoruz. Ne yazık ki bana pek mümkün gelmiyor.

Resim: REUTERS/St Felix Evens