Otoritesevici

Bundan 20 gün kadar önce, günlük elektrik kesintileri 6-7 saate çıkmışken (kış ortasında 16-18 saate kadar çıkıyor) Katmandu’dan ayrıldım. O zamandan beri yollardayım. Yollardayım derken dışarıda uyuduğumu, çadır kurduğumu zannetmeyin. Kendime (ve büyük ihtimal sizlere göre) kimi zaman ucuz, kimi zaman pahalı; sıradan bir Nepalli’ye ya da Hintli’ye göre her daim pahalı olan evlerde/otellerde kaldım. Katmandu’dan ayrıldıktan sonra ilk durağım Nepal – Hindistan sınırındaki Chitwan Milli Parkı oldu. İki ay boyunca bir şehirde yaşamış olmanın getirdiği huzurlu bir yer bulma dürtüsüyle Chitwan’da iki gün kalmanın iyi olacağını düşündüm. Doğru da düşündüm.

Katmandu ile Chitwan’da yaşayanların hayat koşulları arasında ne kadar büyük bir farklılık var bilemiyorum. Chitwan’da da sağlık hizmetleri, hijyen, sanitasyon, elektrik sorunları ve fakirlik olduğundan eminim. Yalnız bu küçük kasabada sorunlar yüzünüze çarpmıyor. 17 günlük yolculuğum boyunca konuştuğum kişilerle vardığımız ortak nokta küçük yerlerdeki ucuzluğun yanısıra, buralarda sosyal yapının daha sağlam olduğu, insanların genellikle birbirlerine yardımcı olduklarıydı. Hoş, bazen bu aşırı gelişmiş sosyal ilişkilerin zararları da görülmüyor değil. Ancak demek istediğim, Chitwan’da ve benzer küçük yerlerde geçirdiğim süre içerisinde açlıkla boğuşan, bunun için turistlere “her şekilde” hizmet etmeye çalışan insanlar görmemiş olmam. Bu yüzden, bir şekilde gördüklerimin Katmandu’da gördüklerimden daha iyi olduğunu hissettim.

Chitwan’da yaşayanlar ya turizmle ya da tarım ve hayvancılık ile uğraşıyorlar gözlemlediğim kadarıyla. Bazı yerliler milli parkla ilgili işlerle (milli park güvenliği, rehberlik, buraya bağlı otellerdeki işler vs) geçimini sağlıyor. Anladığım kadarıyla, milli parka giriş için ödenen ücretin yarısı bu bölgenin kalkınması için uğraşan kurumlara gidiyor. Bu kurumlardan birinin WWF’la ortak çalışması sonucu kasabanın bir kesiminde biyogaz projesi başlatılmış. Böylece doğanın ortasındaki bir yerde yerli halkın zararına olmayacak şekilde yeşil enerji üretimi sağlanıyor. Yalnız yine öğrendiğim kadarıyla yerlilerin milli parka girmelerine izin verilmiyor. Dolaşırken pek çok Nepalli gördüğümüzden bunun ne kadar doğru olduğunu ya da nasıl uygulandığını anlayamadım.

Chitwan’la ilgili rahatsız olduğum nokta tutsak fillerle alakalıydı. Asya’da fil nüfusunun olduğu pek çok yerde olduğu gibi buradada filler küçükken tutsak alınıp iş görmeleri için eğitiliyolar. Şimdilerde ağır işlerde pek kullanılmasalarda artık fil safarisi adı altında turistlerin eğlencesine sunuluyorlar. Chitwan’a vardığım ilk gün kaldığım yerden böyle bir şey yapmak isteyip istemediğim sorulduğunda, kısa bir araştırma yaptıktan sonra, hayır demiştim. Ben internette fil sırtında dolaşmanın neden etik olmadığını araştırmaya çalışırken, o gün gezi amaçlı gittiğim fil üreme merkezindeki panolar ve çalışanlar bu konuda yeterli bilgi sağladılar. Merkezi kuranların ve de merkezde çalışanların matah bir seymiş gibi anlattıkları üzere sözkonusu filler 6 yasındalarken annelerinden zorla ayrılıyorlar. Bundan sonra uzun bir süre “eğitimden” geçiriliyorlar. Bu eğitim süresince kendilerini kimin patron olduğunu öğretmek için aç bırakıldıkları zamanlar oluyor. Eğitimleri sırasında ve daha sonra “iş görmeye” başladıklarında üzerlerinde irili ufaklı aletler kullanılarak davranışları kontrol altında tutuluyor. Bu arada yemek yerlerken de nedense zincirle bağlanıyolar.

Yolculuğuma dönecek olursak; Chitwan’da iki gün kaldıktan sonra Hindistan sınırına doğru yola çıktım. İlk defa burada sınıra gidebilmek için rickshaw adı verilen 3 tekerlekli bisikletlerden birine bindim. Halbuki Katmandu’da geçirdiğim süre içerisinde etik açıdan karşıt olduğum bir şeydi. Sınırdaki sefer haricinde 2-3 kez daha böyle bir şey yaptım. Her seferinde nereye gideceğimi bilmediğimden veya gideceğim yere başka araç olmadığından binmiş olsam da hiçbir seferinde rahat hissedemedim. Bu arada sadece turistlere küfretmeye koşullanmış olanlar için belirtmem gerekir, bu rickshaw denilen bisikletlerden yerliler de faydalanıyorlar.

Hindistan’a vardığımda Nepal’e kıyasla çok az değişti durumlar. Devletler bazında Hindistan ekonomik olarak Nepal’den katkat güçlü olsa da yaşam koşullarının çok farklı olduğunu zannetmiyorum.

Beni Hindistan’da en çok düşündüren bir tarafta ihtişamlı binalar dururken diğer tarafta sayısız yoksul insanın olmasıydı. Hatta birkaç gün kaldığım Lucknow’da yeni yeni inşa edilmekte olan milyarlarca rupilik bir anıt kafamı allak bullak etti. Daha da çarpıcı olan, Stargate’ten çıkmış bu anıtı yaptıran kişinin en yoksul kastlardan birinden çıkıp gelmiş bir milletvekili olması ve bu anıtı kendisi gibilerin de bir şeyler başarabiliceğinin hafızalara kazılması için yaptırmak istemesi. Sanırım Hindistan’da hala kast sisteminin getirdiklerini tecrübe etmek mümkün. Kast artık kaldırılmış olsa bile, daha önce bu yüzden doğmuş eşitsizliklerin bir kanunla ortadan kaldırılması mümkün olmuyor. Aynı şey Nepal’de ve ayrımcı sistemlerin olduğu her yerde geçerli. Onca yıl yazılı yazısız kurallarla ayrımcılığa maruz bırakılmış kimselere “bundan sonra sizlere ayrımcılık uygulamaycağız” demekle daha adil bir düzene geçilmiyor ne yazık ki.

Diğer taraftan bu anıta harcanan paralarla yardım edilebilecek şeyleri düşünürken insan her devletin aynı bok olduğunu hatırlıyor. Bir tarafta anıtlara harcanan akıl almaz paralar varalar varken başka bir yerde bir o kadarı (ya da kat kat daha fazlası) silahlara yatırılıyor. Olan her şekilde gariban halka oluyor tabi. Sözde herkes için kurulmuş devletler 1000 yıl önce olduğu gibi öncelikle gücü olanlara hizmet ediyor. İlginç, ya da belki de gayet mantıklı bir şekilde gücü olmayanlar güce tapmaya başlıyor, otoriteseverleşiyorlar.

Bu arada belirtmek isterim Londra’da bir tren istasyonunda isediğiniz paraya Nepal’de bir çocuğun karnını rahatlıkla doyurabilirsiniz. Böyle bir dünyada yaşıyoruz anlayacağınız. Otoritesi yüksek olana ne kadar yakınsanız veya sizden öncekiler ne kadar yakındıysa, o kadar rahat bir hayat yaşıyorsunuz. Netekim otoritesever olmamanın zor olduğu bir dünyada yaşıyoruz.

Yorum bırakın