Tag Archives: Nepal

Otoritesevici

Bundan 20 gün kadar önce, günlük elektrik kesintileri 6-7 saate çıkmışken (kış ortasında 16-18 saate kadar çıkıyor) Katmandu’dan ayrıldım. O zamandan beri yollardayım. Yollardayım derken dışarıda uyuduğumu, çadır kurduğumu zannetmeyin. Kendime (ve büyük ihtimal sizlere göre) kimi zaman ucuz, kimi zaman pahalı; sıradan bir Nepalli’ye ya da Hintli’ye göre her daim pahalı olan evlerde/otellerde kaldım. Katmandu’dan ayrıldıktan sonra ilk durağım Nepal – Hindistan sınırındaki Chitwan Milli Parkı oldu. İki ay boyunca bir şehirde yaşamış olmanın getirdiği huzurlu bir yer bulma dürtüsüyle Chitwan’da iki gün kalmanın iyi olacağını düşündüm. Doğru da düşündüm.

Katmandu ile Chitwan’da yaşayanların hayat koşulları arasında ne kadar büyük bir farklılık var bilemiyorum. Chitwan’da da sağlık hizmetleri, hijyen, sanitasyon, elektrik sorunları ve fakirlik olduğundan eminim. Yalnız bu küçük kasabada sorunlar yüzünüze çarpmıyor. 17 günlük yolculuğum boyunca konuştuğum kişilerle vardığımız ortak nokta küçük yerlerdeki ucuzluğun yanısıra, buralarda sosyal yapının daha sağlam olduğu, insanların genellikle birbirlerine yardımcı olduklarıydı. Hoş, bazen bu aşırı gelişmiş sosyal ilişkilerin zararları da görülmüyor değil. Ancak demek istediğim, Chitwan’da ve benzer küçük yerlerde geçirdiğim süre içerisinde açlıkla boğuşan, bunun için turistlere “her şekilde” hizmet etmeye çalışan insanlar görmemiş olmam. Bu yüzden, bir şekilde gördüklerimin Katmandu’da gördüklerimden daha iyi olduğunu hissettim.

Chitwan’da yaşayanlar ya turizmle ya da tarım ve hayvancılık ile uğraşıyorlar gözlemlediğim kadarıyla. Bazı yerliler milli parkla ilgili işlerle (milli park güvenliği, rehberlik, buraya bağlı otellerdeki işler vs) geçimini sağlıyor. Anladığım kadarıyla, milli parka giriş için ödenen ücretin yarısı bu bölgenin kalkınması için uğraşan kurumlara gidiyor. Bu kurumlardan birinin WWF’la ortak çalışması sonucu kasabanın bir kesiminde biyogaz projesi başlatılmış. Böylece doğanın ortasındaki bir yerde yerli halkın zararına olmayacak şekilde yeşil enerji üretimi sağlanıyor. Yalnız yine öğrendiğim kadarıyla yerlilerin milli parka girmelerine izin verilmiyor. Dolaşırken pek çok Nepalli gördüğümüzden bunun ne kadar doğru olduğunu ya da nasıl uygulandığını anlayamadım.

Chitwan’la ilgili rahatsız olduğum nokta tutsak fillerle alakalıydı. Asya’da fil nüfusunun olduğu pek çok yerde olduğu gibi buradada filler küçükken tutsak alınıp iş görmeleri için eğitiliyolar. Şimdilerde ağır işlerde pek kullanılmasalarda artık fil safarisi adı altında turistlerin eğlencesine sunuluyorlar. Chitwan’a vardığım ilk gün kaldığım yerden böyle bir şey yapmak isteyip istemediğim sorulduğunda, kısa bir araştırma yaptıktan sonra, hayır demiştim. Ben internette fil sırtında dolaşmanın neden etik olmadığını araştırmaya çalışırken, o gün gezi amaçlı gittiğim fil üreme merkezindeki panolar ve çalışanlar bu konuda yeterli bilgi sağladılar. Merkezi kuranların ve de merkezde çalışanların matah bir seymiş gibi anlattıkları üzere sözkonusu filler 6 yasındalarken annelerinden zorla ayrılıyorlar. Bundan sonra uzun bir süre “eğitimden” geçiriliyorlar. Bu eğitim süresince kendilerini kimin patron olduğunu öğretmek için aç bırakıldıkları zamanlar oluyor. Eğitimleri sırasında ve daha sonra “iş görmeye” başladıklarında üzerlerinde irili ufaklı aletler kullanılarak davranışları kontrol altında tutuluyor. Bu arada yemek yerlerken de nedense zincirle bağlanıyolar.

Yolculuğuma dönecek olursak; Chitwan’da iki gün kaldıktan sonra Hindistan sınırına doğru yola çıktım. İlk defa burada sınıra gidebilmek için rickshaw adı verilen 3 tekerlekli bisikletlerden birine bindim. Halbuki Katmandu’da geçirdiğim süre içerisinde etik açıdan karşıt olduğum bir şeydi. Sınırdaki sefer haricinde 2-3 kez daha böyle bir şey yaptım. Her seferinde nereye gideceğimi bilmediğimden veya gideceğim yere başka araç olmadığından binmiş olsam da hiçbir seferinde rahat hissedemedim. Bu arada sadece turistlere küfretmeye koşullanmış olanlar için belirtmem gerekir, bu rickshaw denilen bisikletlerden yerliler de faydalanıyorlar.

Hindistan’a vardığımda Nepal’e kıyasla çok az değişti durumlar. Devletler bazında Hindistan ekonomik olarak Nepal’den katkat güçlü olsa da yaşam koşullarının çok farklı olduğunu zannetmiyorum.

Beni Hindistan’da en çok düşündüren bir tarafta ihtişamlı binalar dururken diğer tarafta sayısız yoksul insanın olmasıydı. Hatta birkaç gün kaldığım Lucknow’da yeni yeni inşa edilmekte olan milyarlarca rupilik bir anıt kafamı allak bullak etti. Daha da çarpıcı olan, Stargate’ten çıkmış bu anıtı yaptıran kişinin en yoksul kastlardan birinden çıkıp gelmiş bir milletvekili olması ve bu anıtı kendisi gibilerin de bir şeyler başarabiliceğinin hafızalara kazılması için yaptırmak istemesi. Sanırım Hindistan’da hala kast sisteminin getirdiklerini tecrübe etmek mümkün. Kast artık kaldırılmış olsa bile, daha önce bu yüzden doğmuş eşitsizliklerin bir kanunla ortadan kaldırılması mümkün olmuyor. Aynı şey Nepal’de ve ayrımcı sistemlerin olduğu her yerde geçerli. Onca yıl yazılı yazısız kurallarla ayrımcılığa maruz bırakılmış kimselere “bundan sonra sizlere ayrımcılık uygulamaycağız” demekle daha adil bir düzene geçilmiyor ne yazık ki.

Diğer taraftan bu anıta harcanan paralarla yardım edilebilecek şeyleri düşünürken insan her devletin aynı bok olduğunu hatırlıyor. Bir tarafta anıtlara harcanan akıl almaz paralar varalar varken başka bir yerde bir o kadarı (ya da kat kat daha fazlası) silahlara yatırılıyor. Olan her şekilde gariban halka oluyor tabi. Sözde herkes için kurulmuş devletler 1000 yıl önce olduğu gibi öncelikle gücü olanlara hizmet ediyor. İlginç, ya da belki de gayet mantıklı bir şekilde gücü olmayanlar güce tapmaya başlıyor, otoriteseverleşiyorlar.

Bu arada belirtmek isterim Londra’da bir tren istasyonunda isediğiniz paraya Nepal’de bir çocuğun karnını rahatlıkla doyurabilirsiniz. Böyle bir dünyada yaşıyoruz anlayacağınız. Otoritesi yüksek olana ne kadar yakınsanız veya sizden öncekiler ne kadar yakındıysa, o kadar rahat bir hayat yaşıyorsunuz. Netekim otoritesever olmamanın zor olduğu bir dünyada yaşıyoruz.

Çare(-)sizsiniz

Fanatik gazetesi tarzında başlık atıp dikkatinizi çekmek istedim. Çekebildim mi bilmiyorum ama bu yazıyı okumaya devam ederseniz başarılı olmuş olabilirim.

Sizlere ayrılmama 10 gün kala Katmandu’dan bildiriyorum. İlk yolculuğa başlarken izlenimlerimi akataracağımı söylemiş ve hepimizin aynı bok olduğu izlenimi edinince hemen durumdan haber etmiştim sizleri.

Buradayken, pek çok Nepalli’nin sahip olmadığı imkanlarım sayesinde geride bıraktığım arkadaşlarımla konuşma fırsatı buldum sıklıkla. İnsan meraklı bir varlık sonuçta; soruyorlar, “Nepal nasıl? Bol bol gezip eğleniyor musun?”. Cevabım oldukça basit; gezmiyorum ve de eğlenmek gelmiyor içimden çünkü utanıyorum. Utancımın nedenlerini sorguladıkça, şu gayet basit cevap giderek karmaşıklaşıyor. Utanıyorum, çünkü ben eğlenirken, benden yüz metre ileride bir yerlerde çöp karıştırıp yemek bulmaya çalışan birileri var. Daha önce bahsettiğim o çöpten patates kızartması ve mayonez çıkartıp yiyen çocuklardan buralarda çok var. Dikkatli bakmaya başladıkça farkına varıyorsunuz. Size bir izlenim daha aktarayım mı? Benim kaldığım bölgede sokakta yürürken her 30 metrede bir (ve bunu abartmıyorum, daha da kısa bir mesafe olabilir), bir Nepalli gelip size ot, hap, mantar ve bilimum uyuşturuçlardan satmaya çalışıyor. Her yaştan Nepalli o kadar alışmilar ki bunu yapmaya bakmıyorsanız sizinle ilgilenmiyor, yanınızdan bir-iki kelime edip geçiyorlar. Çöpten yemek yiyen insanlardan sonra en çok rahatsızlık duyduğum konulardan birisi bu olsa gerek. Yanlış anlamayın, rahatsız eden güzel güzel sokakları dolaşırken birinin bana musallat olması değil. Rahatsız eden bu kadar insanın para kazanmak için ne hallere düştüğünü görmem.

Bu insanların çoğunun turistlere bir şeyler satmaktan başka kazanç yolları yok. Ne buluyorlarsa satıyorlar. Henüz kendini satan birilerine denk gelmedim ama, o da vardır kuşkusuz. Tayland’ta da insanlar hayatlarını kazanmaya çalışırken turistlere kendilerini satmıyorlar mı?

Turist demişken, batı düşmanı olmayı solculuk zanneden yanlış işler peşindeki arkadaşlar için bir parantez açayım. Burada her memleketten turist var (Türkiyeli bile var) ve hepsi Nepallilerin sefil halinden yararlanıyor.

Düşünsenize, insanlara o kadar ucuz geliyor ki burası, alışır alışmaz 1 euro için pazarlık etmeye başlıyorlar. Hatta yemek yenilecek en ucuz yerleri bulup %10 servisi parası almıyorlar diye seviyorlar. O %10‘nun, servis yapan kişilere gideceğini düşünmüyor, 1 euro bahşiş bırakmayı bile kabullenemiyorlar (5 rupi, yani 5 euro cent bahşiş bırakan bir arkadaşım var).

Size başka bir izlenimimi daha aktarayım. Turistlerin, buradaki sefil yaşam koşullarından faydalanırken yüzlerine hava kirliliğinden dolayı maske takip dolaşmaları bende kusma hissi uyandırıyor. O maskeleri takınca bir yanda hava kirliliğinden korurken kendinizi, diğer yanda Nepal’in sefaletinin size ulaşmasına da engel oluyorsunuz gibi geliyor. Buradaki barlarda sarhoş olup sıcak otel odalarının yollarını tuttuklarında; dilenen, sokakta yatan insanları görmezden gelip huzur dolu uyumaları da aynı hissi uyandırıyor.

E bu turistler Nepal’e para getirmiyor mu sonuçta? Getiriyorlar pek tabi. Onlar olmasa şu otel, restoran, bar ve turizm acentası sahiplerinin cebine bu kadar para girmez; bu insanlar da kazandıklarının bilmem kaçta birini aç kalmak istemeyen insanlara sömürülmeleri karşılığında vermezlerdi.

Bir şekilde turistlerin getirdikleri paranın Nepallilere ulaştığı belli. Yalnız, sadece bir kesim Nepalli’ye ulaşıyor, herkes bunun getirisinden faydalanamıyor.

Nepal Maoistler başarıya ulaştı diye komünist olup herkesin eşit yaşamaya başladığı bir ülke değil. Hayallerinizde öyle yaşatabilirsiniz Nepal’i. Ancak burada insanlar hala aç, hala sefil. Bunu Maoistlere bok atmak için de söylemiyorum. Zaten eski rejim yıkılalı 4 sene geçmiş, bu kadar zamanda tüm yurdu demirağlarla örmelerini bekleyemezdik.

Sorun zaten maoist, komünist olanla alakalı değil. Sorun buraya gelip tüm yaşananlara yüz çevirmekte. Veyahut tüm yaşananları görüp restoranda ödediği hesabın Nepal’e katkı yapmış olduğu sanrısıyla kendini mutlu etmekte. Nepal’e geleceğiniz var mı, yök mü hiç bilmiyorum. Ama tüm bunlar sadece Nepal’de yaşanmıyor.

Sorun maoist, komünist, kapitalist, dindar olduğunu söyleyende değil. Sorun, yaşadığımız yerde tüm yaşananlara yüz çevirmemizde. Sorun, arabanın camini çevik bir hareketle kapatınca mendilci çocuğun sorunlarının bize (b)ulaşmasına engel olmamızda. Acaba yaşadığımız yerlerde de böyle hayatlar mı sürdürüyoruz diye düşünmenizi istiyorum belki. Belki de sokakta kimi zaman aldırış etmeden çoğu zaman tiksinerek yanından geçtiğiniz insanların farkına varmanızı istiyorum. “Sokağa düşmüşse, dileniyorsa, kendi hatalarındandır” diye geçip gitmemenizi istiyorum. Haftada bir gün güzel bir yemeğe ayırdığınız imkanları başkalarına tanımak için uğraşmanızı istiyorum. “Alışır” diye masadan yemek vermediğiniz köpekle, “alışır” diye para vermediğiniz dilenciye aynı mı davranıyorsunuz diye düşünmenizi istiyorum.  Tüm bunları sadece sizden değil kendimden de istiyorum. Zira ben de başkalarının hayatlarının her daim farkında olan birisi değilim. Yine de bir şeyler yapmaya uğraşıyorum. Doğup büyüdüğüm yerde neler oluyor, bir şeyler yapabilir miyiz diye bir arkadaşıma haber gönderdim birkaç gün önce. Acaba burnumun dibinde olup bitiyor tüm bunlar da, ben farkında değil miydim? Belki sizler de bir şeyler yapabilirsiniz.

Kendinizi sokaktaki insana, muhtaç insana yardım etmekten aciz görüyor, çaresiz hissediyorsanız belki bu tür yardımlar yapan birilerini bulabilirsiniz. Şu yazıyı okumanızı sağlayan internet bağlantınızla “acaba kime nasıl yardım edebilirim” diye, hayatınızdan pek değerli yarım saat harcayabilirsiniz. Ya da çaresiz hissetmiyorsanız, bir şekilde çare, siz olabilirseniz. Dedim ya, fanatik gazetesi tadında başlık attım ama, umarım dikkatinizi çekebilmiştir şu yazı.

Hepimiz kesinlikle aynı bokun lacivertiyiz

Babası çalışmak için başka köylere gider. Annesi, büyükbabası ve diğer iki erkek kardeş kalır köyde. Kendisi okula gider, kardeşler çalışır. Bir gün baba yine başka köyde ekmek derdindeyken büyükbaba anneye saldırır. Tecavüz etmeye çalışır. Erkek kardeslerin daha ufak olanır görür, bağırmaya başlar. Büyükbaba “işini” halledemeden sıvısır. Hikaye burada bitmez. Olayı şahit olan erkek kardeş utancından kendini öldürür. Köy ahalisi büyük erkek kardeşe sataşmaya başlar. Dalga geçilir, küfürler edilir. Buyuk erkek kardeş de dayanamaz ve utancından intihar eder. Anne ve kız yalnız kalırlar. Herkes onlarla satmakta, kimse onları köylerinde istememektedir. Sonunda başka bir köye taşınmak zorunda kalırlar. Sebep sadece anneye tecavüz edilmeye çalışılmış olması. Suç tabi ki annenin ve çocuklarının. Hikaye tanıdık değil mi? Bu kez Türkiye’den değil yalnız; Nepal’den.

Büyükbabaya ne oldu bilmiyorum. Küçük kızın babası durumu nasıl karşıladı onu da bilemiyorum. Yine ailesine destek olmaya çalışıyor sanırım. Babadan küçük kızı okula göndermeye devam etmesi rica edilmiş. Henüz okula devam ediyor mu onu da bilmiyorum. Tek bildiğim;

Hepimiz kesinlikle aynı bokun lacivertiyiz.

 

Resim: http://rapedattufts.info/

Gül gibi bok, ama hala bok kokuyor

bok ye

Az önce kahvaltıdan beri bir şey girmemiş karnımın açlığını akşam yemeğine kadar bastırmak için iki lokmalık bir şey almaya gittiğim festfuudcuda siparişimi beklerken 7-8 yaşlarındaki Nepalli bir çocuk, geldi, dükkanın bahçesindeki çöpü karşıtırıp bulduğu iki parça patates kızartmasını yine aynı çöpten çıkarttığı mayoneze banarak löpür löpür yedi. Hemen ne yapabileceğimi düşünmeye başladım. İlk başta “çocuklara yemek alsam” diye düşündüm. Ama ben o dükkandan yemek alırsam zaten çocukların copu karıştırmasına laf eden dükkan sahibi rahatsız olmaz mıydı? Hem bir arkadaşımın dediğine göre Nepal Hükümeti evsiz çocuklara her gün yemek vermiyor muydu? Öyleyse yemek almama gerek yoktu. Peki ya para verseydim? Ya parayı başka şeylere harcasalardı ya da parayı gidip büyüklerine verselerdi? O zaman para da vermemeliydim. “Hem zaten ben yemek alsam, para versem ne oluur ne olmaz? Zaten sokakta yaşamıyorlar mı? Zaten yarın aç kalıp aynı şekilde yemek aramayacaklar mı? Bir öğünün onlara ne faydası olur? Kapsamlı bir çözüm gerek kesinlikle. Tek başıma da bir şey değiştiremem ki…” diye düşüne düşüne herkesin yaptığı gibi hiçbir bok yapmadan güzel ve konforlu otel odama döndüm.

Bu arada olur ya, hani Katmandu’dasınızdır; o çocuğun karıştırdığı çöpten 100 metre ileride harika bir bar var. Hem canlı müzik de yapıyorlar. Yok yok, çöpün karşısındaki disko değil. Benim dediğim yere daha çok zamane hippiler gidiyor. Hem cok acaipler, dünya görüşleri falan..

*Sanırım yemek yardımı şu sayfanın altında değinilen (her gün 60 çocuk).

Aynı Bokun Farklı Renkleriyiz

Tam 8 gündür Kathmandu’dayım. Buraya gelmeden önce 2 gün de Hindistan’da geçirdim. Delhi’ye varışımı saymazsak, 36 saatlik kara yolculuğundan sonra Katmandu’ya vardım. Sanırım ilk izlenimleri edinmek için yeterli bir süre ve yolculuk geçirdim.
Hindistan’a vardığımda bir gece konaklayacağım yere çevre yolundan gittim. Yol üzerinde sık aralıklarla konuşlandırılmış elleri silahlı (muhtemelen kalaşnikoflu) güvenlik görevlileri bulunuyordu. Durumun İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth) oyunlarına özel bir durum mu, yoksa Hindistan’a özgü bir durum mu olduğunu kestiremedim. Hoş, hangi durum sözkonusu olursa olsun bu kadar silahlı adamın yollara konuşlandırılmasına anlam verebilecek kafada değilim.
Hindistan’da oldukça kısa zaman geçirdim ama aklımda kalan birkaç nokta var. İlki yukarıda belirttiğim silahlı güvenlik güçleri meselesi. Bir diğeri, tren istasyonunda karşı perondaki bir bankın üstünde uyuyan muhtemelen evsiz kişiyi bir polisin ilk önce sopasıyla dürterek ardından yine sopasıyla, ama bu kez vurarak kaldırması. Sanırım Hindistan’daki polisler Türkiye’deki meslektaşlarını az bir farkla geçiyorlar (bir de senede kaç kişi öldürdüklerine bakmak lazım).
Delhi’deki nazik polisin evsiz kişiyi uyandırmasının hemen ardından bu kez benim de bulunduğum peronda, birkaç çocuklu muhtemelen fakir olan geleneksel giyimli bir kadın ile onunla aynı bankta oturan modern giyimli genç bir kızın arasındakilar dikkatimi çektimi. Çocuklarını bankta ve kendi üzerinde uyutmuş, kendisi de neredeyse uyuklamak üzere olan kadının elbisesinin uzatısı yanıbaşındaki kızın kot pantolonuna değdiği için, modern giyimli kız kadını uyandırıp elbisesini çekmesini istedi. Halbuki kendisi, diğer kadını uyandırmadan elbisenin uzantısı hafifçe kenara itebilirdi.

Çok da büyük şok yaşatmayan, sadece tanıklık etmenin huzursuz ettiği bu iki olayın ardından Katmandu’ya doğru yolculuğa başladım. Hintliler ve Nepallilerle üst üste, alt alta 2 otobüs yolculuğu yaptıktan sonra da son durağıma vardım. Sanırım yerellerin ve de özellikle düşük gelirli, alt sınıftan yerellerin yaşantısını biraz tatmak için böyle bir karayolculuğu iyi bir fikir.

Kathmandu’da kaldığım yer turistik bir bölge. Özellikle batılı ülkelerden pek çok insan bu bölgede konaklıyor. Bu bölgenin dışındaysa Kathmandulular bir şekilde yaşamaya çalışıyor. Kathmandulular giysilerini mahalle aralarındaki havuzumsu yerlerde yıkamaya, tüm kirliliğe rağmen açıkta satılan gıda ürünlerinden almaya devam ederdursun, bu turistik bölgede hayat tüm hızıyla devam ediyor. Turistler yiyip içip alışveriş yaparken kazık yememeye uğraşırken, Nepalliler de eğer hizmet sektöründe çalışıyorlarsa nazikçe kazık atmaya eğer işsızlar ise dilenmeye çalışıyorlar. Denk geldiğim dilencilerin çoğunluğunun çocuk olduğuna değinmeden geçememek gerek bu noktada.
Sanırım turistler ve onlardan para kazanan yereller arasında iyi bir iletişim var. Hoş, kendi doğduğum yerden edindiğim tecrübelere dayanarak bunun daha çok ve belki de sadece, çıkar ilişkisi olduğunu söyleyebilirim. Yine de Nepalliler adına pek rahatsızlık duymuyorum. Bana kalırsa kazıklayabildikleri kadar kazıklasınlar gelenleri.
Hindistan’da olduğu gibi burada da polisler var. Henüz silahlılarını görmedim ama buradakilerin de hepsinin elinde sopa var; hem de Hindistan polisinin sopalarından daha uzun (hangisi daha kullanışlı bilemiyorum). Polislere ek olarak dikkatimi çeken başka bir şey de her ATM’nin bir güvenliği olması. Bildiğiniz banka güvenliği tipindeki bu kişilerden bir tanesinin belinde bir bıçak görmüş olmam beni ne kadar rahatlattı anlatamam. Sanırım turistlerden para çalmaya çalışanları bıçaklayarak yola getiriyorlar.
Buraya gelirseniz, çatışma sürecinden sonra ülkenin yeniden yapılanmasından umutlu olan hırslı genç kapitalist bireylerle tanışabilirsiniz. Benim tanıştığım bir tanesi kendisi için paranın hiç öneli olmadığını anlatıyor ancak dünyanın çeşitli yerlerinde çalıştığı pek yıldızlı otellerden ve burada kendi işini kuramazsa avrupa’ya gideceğinden bahsediyor. Aynı kişi, karısının farklı bir kasttan olduğunu ancak yien de ona iyi davrandığını söylerek adeta “benim diğer kastlardan arkdaşlarım var” mesajı veriyordu. Sanırım hepimizin aynı bokun farklı renkleriyiz.


Geldiğimden beri en çok rahatsızlık veren gönüllü olarak çalıştığım yerde (çalışmaktan ziyade çocuklarla zaman geçirmek aslında) karşılaştıklarımdan sonra her akşam tekrar turistlerin arasına karışmak ve aradaki fark ile, aradaki farktan haberdar olmayanları (ya da bunu umursamayanları) görmek.
Garip olan sanırım insanın kendi ruh hali. Geçen sene Afrika’yla ilgili bir konu tartışırken İstanbul’da oturan bir arkadaşım “Afrikalıların sorunlarını bildiğini ancak kendisinin de çok büyük sorunları olduğunu (sanırım duygusal sorunlardan bahsediyordu)” anlatıyordu. O an bazıları için sadece haberdar olmanın binlerce kilometre uzakta pek bir şey değiştirmediğini, o yüzden tecrübe etmenin de önemli olduğunu düşünmüştüm. Şimdi burada kendilerinden sadece 5 dakika uzaklıkta yaşananları tecrübe etmeyen ya da tecrübe ettiyse bile bunları umursamayanları görüyorum.
O yüzden Nepalliler kazıklayabildikleri kadar kazıklasınlar.

Nepal’in Yolları Taştan

Birkaç gün içerisinde Nepal’e gitmek için yola koyuluyorum. Fazladan para verip sıkıcı bir uçak yolculuğu yapacağım yere, az paraya daha eğlenceli bir yol çizmeye karar verdim. Yol karadan, Hindistan üzerinden geçiyor (yine de Hindistan’a kadar havadan).
Nepal’e gitme nedenim, referandumda güzel ama yalnız, ya da yalnız ya da güzel ülkemin, “evet” demiş olması. Çoğunluk “evet”  deyince artık Türkiye’de kalamayacağımı anladım ve yollara düştüm. Nepal’in mistik topraklarında, dağlarında, ovalarında huzur arayacağım. Hımmm…Pek oyle değil sanırım.
Nepal’e gitme sebebim, anne-babaları hapse atılmış çocuklara bakmayı görev edinmiş yerel bir sivil toplum kuruluşunda gönüllü olarak çalışmak. Sözkonusu kurum hapisteki insanlara yardım amacıyla kurulmuş. Çocuklara bakmalarının sebebi ise, eğer bakacak kimseleri yoksa bu çocukların aillerinin yanına, hapise gönderilecek olmaları. Benim bu çocuklara ne kadar yardımcı olacağımı, orada neler yapacağımı zaman gösterecek. Hoş, benim yardımıma muhtaç olduklarını düşünmüyorum. Zira orada halihazırda gönüllü olarak çalışan başkaları da var. Yani boşluk dolduracak birileri mevcut.
Nepal yolculuğu birkaç açıdan iyi. Birincisi yukarıda yazdığım yardım konusu. İkincisi daha sonra, biraz daha ciddi anlamda “yardım etmek”  istediğimde Nepal’in bana tecrübe kazandırmış olacak olması. Üçüncüsü, meditasyon yapmayı öğrenip Himalayalar’ın eteğinde dinginliğe kavuşacak olmam. hımm… Sanırım bu sonuncusu pek değil. Nepal’e kadar gidip nasıl dinginleşeceğimi öğrenmeyi planlamıyorum. Aksine, “enginlere sığmam taşarım misali”, dinginliğimi kaybetmeye, daha aktif olmaya, daha çok koşturmaya, daha çok mücadele etmeye gidiyorum.

Nepal’e giderken, Nepal’deyken, Nepal’den dönerken tanık olduklarımı; her nerede ne yaşanıyor ve yaşatılıyorsa hepsini, tüm ayrıntıları ve heyecanıyla burada bulabilirsiniz. Hoş olurdu ama, Lonely Planet tarzı turistik bir yazı bulamayacaksınız burada. Yine de eğer meditasyon yaparken havalanan birilerini görürsem burada paylaşacağıma dair söz verebilirim.

Şimdilik bu kadar.